17 Haziran 2016 Cuma

Kalplerdeki Mühür



"Belediye zabıtalarının, fırınları teftiş ettiğini ve fırınların sağlıklı üretim yapıp yapmadıklarını kontrol ettiklerini farz ediyoruz. Zabıtalar, birçok temiz ve kanunlara uygun üretim yapan fırını gezdikten sonra, son derece pis, içinde böceklerin yuva yaptığı ve son derece sağlıksız şartlarda üretim yapan bir fırına girmiş olsunlar. Belediye memurlarının burada yapacağı iş; üretim yapmaya elverişli olmayan bu fırını kapatmak ve mühürlemektir.
Acaba zabıtalar fırını mühürlediğinde, fırın sahibi diyebilir mi ki; “Fırını mı zabıtalar mühürledi, ekmek çıkaramama suçum onlara aittir.” Elbette diyemez. Evet, fırını zabıtalar mühürlemiştir, bu doğrudur, ancak fırının mühürlenmesine sebep olacak işleri kendisi işlemiştir. Fırınını temizlememiş ve sağlık şartlarını yerine getirmemiştir. Yani zabıtaların mühürleme fiili, fırıncının kötü ahlakına bağlıdır. Eğer fırıncı dükkânını temiz tutsaydı bu mühürleme olmayacaktı. Zaten zabıtaların da fırıncılara bir garezi yok, zira birçok fırın mühürlenmemiş bir şekilde işlerini yapmaktadır.

Sözün özü; fırını her ne kadar zabıtalar mühürlemiş olsa da, suçlu ve sorumlu fırıncıdır."
Şimdi birde şu ayeti hatırlayalım ve bu kafayla yorumlalayım.
“Sen inkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve gözlerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/6-7)

11 Haziran 2016 Cumartesi

Yolun sonu nereye?




Ülkenin içinde geçtiği yaşadığımız günlere baktığımızda dengelerin iyice kaydığı toplumdaki kutuplaşmanın dik boyuta çıktığını görüyorum. Bir tarafta, otarite ve baskı dozunu oldukça arttırmış başında RTE olmak üzere siyasal bir iktidar diğer tarafta başı boş kalmış hiçbir etkisi kalmamış muhalefet. Ve diğer tarafta hem vatanına hem kendisine hemde sözüm ona davasına ihanet etmiş halktan aldığı gücü kaybedip sırtını dağa yaslamış etnik bir parti.

İşin iktidar kısmına hiç girmek istemesem de toplum olarak hiç beceremediğimiz şartsız, koşulsuz ve eleştirisiz sevme işini maalesef bu yapılanma içinde çok net görüyoruz. O ne derse, ne yaparsa ne söylerse doğrudur, her şeyin doğrusunu bilen o dur. Yani rahatsız edici bir teklik anlayışı. Biz ona inanıyoruz, çünkü o gidilen bu kutlu yolda yanlış yapmaz. Eyvallah tabi ki bu ülkenin gittiği her yol kutlu olmalı. Kutlu yola huzurla, güvenle hep birlikte kardeşçe gitmeliyiz. Birlikte olmalıyız ki acılarımız, sancılarımız daha az olsun kötünün önünde daha güçlü olalım. Birlikte gitmeliyiz ki, geriye bıraktığımız yapı bizden sonrakilerin ufku olsun gücü olsun, azmini şevkini arttırsın ve desinler ki "çok çalışılmış ve yolunda çok emek harcanmış bir ülke bıraktı ecdadımız bize bizde bu bayrağı ileri taşıyalım."
Şunu anlamaya çalışıyorum elbette böylesi geniş bir toplumsal mozaike sahip bir ülkede belki de ortak müşterekleri bulmak gerçekten çok zor fakat bunu totaliter bir devlet düzeni anlayışıyla yapmak ne kadar geçerli, oturup biraz bunu taraflar halinde konuşmak lazım.
Bir taraf “benim arkamda %51 var” diyor ve bu güçle fırtınalar estiriyor. Diğer taraf ne diyor bizde %49’uz aramızda kıl kadar bir fark var bizde güçlüyüz diyor. Aradaki fark kıl kadar ve biri diğerinden azımsanacak ve görmezden gelecek kadar değil.
Aslında kopukluk burada başlıyor. Ülkede yaşayan herkes, elbette aynı yönde düşünmek aynı çerçeveden bakmak zorunda değil. Güçlü bir temsiliyeti sağlayacak en azından isteklerini birbirne karşı güçlü bir şekilde savunacak, aktaracak bir yapılanmaya ihtiyaç var.

Bir tarafta biz ne diyorsak o denen güç, iktidar diğer tarafta “Diktatör, hırsız, tecavüzcü, seni başkan yaptırmayacağız, yargılanacaksın”dan öteye geçmeyen sadece ağız dolusu hırçınlık sözlerin eleştiri malzemesi olduğu, “et küfrü, al alkışı” denklemine bağlı hep aynı eleştirel yapılanmanın içinde bir muhalif kanat. Sesi ancak kendi hoparlerinde çınlayan, kendi sempatizmanı tarafından bile kabul görmeyen politikalar üreten bir muhalefet.
Hadi mevcut başkan beni temsil etmiyor diyorsun tamam peki üç muhalif parti liderini bir aklınıza getirin lütfen. Hangisi senin başkanın olabilir, geçtim hangisi seni temsil ediyor? Kendi fikrini söyleyemeyen, sufleyi hep dışarıdan alan görünmez iplerle birilerine bağlı günümüz liderleri mi? Kusura bakmayın bence hiç değil, asla da olamaz. Eğer siz “yanlış düşünüyorsun bebe” elbette bizi temsil edecek siyasi ve entellektüel kafaya sahip parti liderlerimiz var diyorsanız görüştür saygı duyarım.

Çok uzattın sadete gel diyorsunuz duydum :) Eğer sesini duyurmak istiyorsan, bende bu ülkede yaşıyorum ve benimde söz hakkım var diyorsan, bence önce içinden güçlü bir liderler çıkar. Sufle almayan, sufle veren. Görünür, görünmez hiçbir ipe bağlı olmayan. Temsil ettiği ya da etmediği halkın ihtiyacı olan konuları tespit edebilecek bir yapısı bir ekibi olan. Vara, yoğa her birşeye konuşmayan. Haddini, sınırlarını bilen. Birilerinin parlatmaya çalışmasına ihtiyaç duymadan kendi ışığıyla önünü ve ülkesini aydınlatan. Ana çatıyı doğru kuran ve bu çatı altına herkesi toplamasını bilen, bir lider.

Liderin böyle ekibin böyle olursa ancak temsiliyetin olur. Böylelikle, her zaman masanın etrafında olursun. Çıkan, çıkacak kanunların tek taraflı çıkmasını önüne geçersin halkının sesi olursun. Herşeye mualif olursan, sana verilen görevini unutursun. Eğer ülke menfati söz konusuysa sen iktidardan önce ortaya çık. Her zaman temsil ettiğin halkının yanında ol, ihtiyaçlarını iyi belirle ve bu ihtiyaçlar karşısında  milli bir duruş sergile.  İşte o zaman teraziye denge gelir. Kaçan kantarın topuzu düzelir. Halka nefes, huzur ve güven gelir.

Eğer bunları yapamıyorsan şimdiden çalışmaya başla. İyi, eğitimli üzerinde yaşadığı toprağın kendine emanet olduğunu bilen, gelenek ve göreneklerini yaşamasa da saygısı olan, eğitimli bireyler yetiştirmeye çalış.
Ya ben bir bireyim ne yapabilirim? Deme!
Sen bir bir grubun, grup bir topluluğun parçası. Birleşen parçalar bir toplumun hücre yapısıdır. Sonu huzur, mutluluk, kardeşlik ve birlik olan yola doğru...
 Tembellik etme çalış

Sevgi ve selamla.