19 Aralık 2016 Pazartesi

Avrsaya Tüneli Yarın (20.12.2016) açılıyor

Proje Güzergahı
Kazlıçeşme ile Göztepe arasındaki seyahat süresini önemli ölçüde azaltacak olan Avrasya Tüneli Projesi, Boğaz’ı geçen mevcut iki köprüyle bağlantılı olarak planlandı. Proje üç bölümden oluşuyor:

Avrupa yakası
Kazlıçeşme’den Sarayburnu’na devam eden Kennedy Caddesi üzerindeki U-dönüşü, alt geçit olarak ve engellilerin erişimine uygun hemzemin geçit olarak inşa edilecek. Toplam uzunluğu yaklaşık 5.4 km olan mevcut yolun tamamı genişletilerek 2x3 ve 3x2 şeritten 2x4 şeride çıkarılacak.

Boğaz geçişi
İstanbul Boğazı'nda deniz tabanının altından geçen 5.4 kilometre uzunluğunda iki katlı tünel inşa edilecek. Her katta çift şerit yer alacak. Batı girişinde bir paralı geçiş gişesi ve işletme binası, tünelin her iki ucunda havalandırma bacaları yer alacak. 

Anadolu yakası
Göztepe'ye ulaşan D100 yolu üzerinde, 2 adet köprülü kavşak ve engellilerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde modernizasyonları da dâhil olmak üzere yaya üst geçidi inşa edilecek. Yaklaşık 3.8 kilometre uzunluğundaki yol genişletilerek 2x3 ve 2x4 şeritten 2x4 ve 2x5 şeride çıkarılacak.

Avrasya Tüneli Projesi, 285 milyon 121 bin 188 Amerikan Doları tutarında özkaynak, 960 milyon Amerikan Doları tutarında kredi kullanılarak, toplam 1 milyar 245 milyon 121 bin 188 Amerikan Doları yatırımla 55 ayda tamamlanacak.

Boğaz geçişi tünelinde sadece bu projeye özel olarak tasarlanan TBM (Tunnel Boring Machine – Tünel Kazma Makinesi) kullanıldı.

Tünel Kazma Makinesi, bentonit bulamacı kullanan tünel açma makineleri arasında 11 bar değerindeki işletme basıncı ile dünyada 2’inci sırada, 13,7 metre kazı çapı ile dünyada 6’ncı sırada yer alıyor.

Anadolu yakasından başlayacak olan tünel inşaatı, Tünel Kazma Makinesi’nin deniz tabanının yaklaşık 25 metre altından toprağı kazarak ve iç çeperleri oluşturarak ilerlemesi sonucunda 22 
Ağustos 2016 tarihinde Avrupa yakasında tamamlandı.
Tünel Kazma Makinesi’nin günlük ilerleme hızı ortalama 8-10 metredir.

Tünel yalnızca hafif araçların (otomobiller, minibüsler) kullanımına izin verilecek şekilde tasarlandı. Ağır taşıtlar, iki tekerlekli araçlar (motosiklet, bisiklet) ve yayalar tünelden faydalanamayacaklar.

Boğaz geçişinin dışında kalan bağlantı tünellerinin inşası NATM (New Austrian Tunnel Method – Yeni Avusturya Tünel Yöntemi) yöntemiyle gerçekleştirildi.

Projenin tünel bölümü dışında kalan, her iki yakadaki genişletilen yaklaşım yolları ve iyileştirilen kavşaklar, inşaatın tamamlanmasıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilecek.
Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş. (ATAŞ), 24 yıl 5 ay süreyle işletim ve bakımından sorumlu olacağı tüneli, bu sürenin sonunda T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü’ne (AYGM) devredecek.

17 Haziran 2016 Cuma

Kalplerdeki Mühür



"Belediye zabıtalarının, fırınları teftiş ettiğini ve fırınların sağlıklı üretim yapıp yapmadıklarını kontrol ettiklerini farz ediyoruz. Zabıtalar, birçok temiz ve kanunlara uygun üretim yapan fırını gezdikten sonra, son derece pis, içinde böceklerin yuva yaptığı ve son derece sağlıksız şartlarda üretim yapan bir fırına girmiş olsunlar. Belediye memurlarının burada yapacağı iş; üretim yapmaya elverişli olmayan bu fırını kapatmak ve mühürlemektir.
Acaba zabıtalar fırını mühürlediğinde, fırın sahibi diyebilir mi ki; “Fırını mı zabıtalar mühürledi, ekmek çıkaramama suçum onlara aittir.” Elbette diyemez. Evet, fırını zabıtalar mühürlemiştir, bu doğrudur, ancak fırının mühürlenmesine sebep olacak işleri kendisi işlemiştir. Fırınını temizlememiş ve sağlık şartlarını yerine getirmemiştir. Yani zabıtaların mühürleme fiili, fırıncının kötü ahlakına bağlıdır. Eğer fırıncı dükkânını temiz tutsaydı bu mühürleme olmayacaktı. Zaten zabıtaların da fırıncılara bir garezi yok, zira birçok fırın mühürlenmemiş bir şekilde işlerini yapmaktadır.

Sözün özü; fırını her ne kadar zabıtalar mühürlemiş olsa da, suçlu ve sorumlu fırıncıdır."
Şimdi birde şu ayeti hatırlayalım ve bu kafayla yorumlalayım.
“Sen inkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve gözlerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/6-7)

11 Haziran 2016 Cumartesi

Yolun sonu nereye?




Ülkenin içinde geçtiği yaşadığımız günlere baktığımızda dengelerin iyice kaydığı toplumdaki kutuplaşmanın dik boyuta çıktığını görüyorum. Bir tarafta, otarite ve baskı dozunu oldukça arttırmış başında RTE olmak üzere siyasal bir iktidar diğer tarafta başı boş kalmış hiçbir etkisi kalmamış muhalefet. Ve diğer tarafta hem vatanına hem kendisine hemde sözüm ona davasına ihanet etmiş halktan aldığı gücü kaybedip sırtını dağa yaslamış etnik bir parti.

İşin iktidar kısmına hiç girmek istemesem de toplum olarak hiç beceremediğimiz şartsız, koşulsuz ve eleştirisiz sevme işini maalesef bu yapılanma içinde çok net görüyoruz. O ne derse, ne yaparsa ne söylerse doğrudur, her şeyin doğrusunu bilen o dur. Yani rahatsız edici bir teklik anlayışı. Biz ona inanıyoruz, çünkü o gidilen bu kutlu yolda yanlış yapmaz. Eyvallah tabi ki bu ülkenin gittiği her yol kutlu olmalı. Kutlu yola huzurla, güvenle hep birlikte kardeşçe gitmeliyiz. Birlikte olmalıyız ki acılarımız, sancılarımız daha az olsun kötünün önünde daha güçlü olalım. Birlikte gitmeliyiz ki, geriye bıraktığımız yapı bizden sonrakilerin ufku olsun gücü olsun, azmini şevkini arttırsın ve desinler ki "çok çalışılmış ve yolunda çok emek harcanmış bir ülke bıraktı ecdadımız bize bizde bu bayrağı ileri taşıyalım."
Şunu anlamaya çalışıyorum elbette böylesi geniş bir toplumsal mozaike sahip bir ülkede belki de ortak müşterekleri bulmak gerçekten çok zor fakat bunu totaliter bir devlet düzeni anlayışıyla yapmak ne kadar geçerli, oturup biraz bunu taraflar halinde konuşmak lazım.
Bir taraf “benim arkamda %51 var” diyor ve bu güçle fırtınalar estiriyor. Diğer taraf ne diyor bizde %49’uz aramızda kıl kadar bir fark var bizde güçlüyüz diyor. Aradaki fark kıl kadar ve biri diğerinden azımsanacak ve görmezden gelecek kadar değil.
Aslında kopukluk burada başlıyor. Ülkede yaşayan herkes, elbette aynı yönde düşünmek aynı çerçeveden bakmak zorunda değil. Güçlü bir temsiliyeti sağlayacak en azından isteklerini birbirne karşı güçlü bir şekilde savunacak, aktaracak bir yapılanmaya ihtiyaç var.

Bir tarafta biz ne diyorsak o denen güç, iktidar diğer tarafta “Diktatör, hırsız, tecavüzcü, seni başkan yaptırmayacağız, yargılanacaksın”dan öteye geçmeyen sadece ağız dolusu hırçınlık sözlerin eleştiri malzemesi olduğu, “et küfrü, al alkışı” denklemine bağlı hep aynı eleştirel yapılanmanın içinde bir muhalif kanat. Sesi ancak kendi hoparlerinde çınlayan, kendi sempatizmanı tarafından bile kabul görmeyen politikalar üreten bir muhalefet.
Hadi mevcut başkan beni temsil etmiyor diyorsun tamam peki üç muhalif parti liderini bir aklınıza getirin lütfen. Hangisi senin başkanın olabilir, geçtim hangisi seni temsil ediyor? Kendi fikrini söyleyemeyen, sufleyi hep dışarıdan alan görünmez iplerle birilerine bağlı günümüz liderleri mi? Kusura bakmayın bence hiç değil, asla da olamaz. Eğer siz “yanlış düşünüyorsun bebe” elbette bizi temsil edecek siyasi ve entellektüel kafaya sahip parti liderlerimiz var diyorsanız görüştür saygı duyarım.

Çok uzattın sadete gel diyorsunuz duydum :) Eğer sesini duyurmak istiyorsan, bende bu ülkede yaşıyorum ve benimde söz hakkım var diyorsan, bence önce içinden güçlü bir liderler çıkar. Sufle almayan, sufle veren. Görünür, görünmez hiçbir ipe bağlı olmayan. Temsil ettiği ya da etmediği halkın ihtiyacı olan konuları tespit edebilecek bir yapısı bir ekibi olan. Vara, yoğa her birşeye konuşmayan. Haddini, sınırlarını bilen. Birilerinin parlatmaya çalışmasına ihtiyaç duymadan kendi ışığıyla önünü ve ülkesini aydınlatan. Ana çatıyı doğru kuran ve bu çatı altına herkesi toplamasını bilen, bir lider.

Liderin böyle ekibin böyle olursa ancak temsiliyetin olur. Böylelikle, her zaman masanın etrafında olursun. Çıkan, çıkacak kanunların tek taraflı çıkmasını önüne geçersin halkının sesi olursun. Herşeye mualif olursan, sana verilen görevini unutursun. Eğer ülke menfati söz konusuysa sen iktidardan önce ortaya çık. Her zaman temsil ettiğin halkının yanında ol, ihtiyaçlarını iyi belirle ve bu ihtiyaçlar karşısında  milli bir duruş sergile.  İşte o zaman teraziye denge gelir. Kaçan kantarın topuzu düzelir. Halka nefes, huzur ve güven gelir.

Eğer bunları yapamıyorsan şimdiden çalışmaya başla. İyi, eğitimli üzerinde yaşadığı toprağın kendine emanet olduğunu bilen, gelenek ve göreneklerini yaşamasa da saygısı olan, eğitimli bireyler yetiştirmeye çalış.
Ya ben bir bireyim ne yapabilirim? Deme!
Sen bir bir grubun, grup bir topluluğun parçası. Birleşen parçalar bir toplumun hücre yapısıdır. Sonu huzur, mutluluk, kardeşlik ve birlik olan yola doğru...
 Tembellik etme çalış

Sevgi ve selamla.

1 Ocak 2016 Cuma

"Umut insanı uyandıran bir rüyadır"

Adam aşırı kızmış bir şekilde ülkenin en tepesinde oturanlara ana-avrat, dine iman ağız dolusu küfür ediyor. Hızını alamıyor iktidar partisine oy veren insanlarda bu hiddetten ağız dolusu nasibini alıyor. Olay  takip edebildiyseniz, bir şehit cenazesinde küçük çocuğun babası naaşı önünde verdiği görüntüler. Olan bitenden haberdar olmayan çocuk, arkadaşıyla birlikte milyonların boğazına boğum boğum taşları dizdiği kareler. Can dayanmayan bu kareleri hatırlamışsınızdır, deşmeye gerek yok.

Nereye gideceğini çok umursamadan, ağız dolusu küfür sıralayan abiye göre, güneydoğundan gelen şehitlerin şuçlusu,bu ülkenin başındaki cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde RTE'ye ya da genel siyasi seçimlerde iktidardaki partiye oy verip  bu kişileri kendilerine yönetici seçen kişiler.

Siyasi düşüncenizle bu görüşe katılırsınız yada katılmazsınız bu sizin iç görünüz lakin bu derece saygı sınırlarını zorlamaya, haddi aşmaya hakkınız olmadığını biliyor olmalısınız.

Elbette doğudan gelen acı haberlerde devletin ve onu yöneten devlet büyüklerinin, istikbarat sağlayan birimlerin yada politikaların eksikler vardır, gelen her heber çok acıdır. Lakin sizce;

-"Hain pusularda bombalı tuzaklarla, havan, roket veye elindeki suikast silahlarıyla devletin askerine polisine hesapta haklarını savunduğu HALKLARINA ateş eden, halklarım dediklerinin hastanesini okulunu, ibadethanesini evini yurdunu talan viran edenlerin,"

-"Siyaseten bu hainlerin güdümünde olan pervasızca bu hainleri savunan meclis içindeki şahısların", 

-"Aman AKP iktidar olmasında varsın bölücüler terör estirsin, kan döksünler deyip bu bölücüler partisine taşıma oy verip, kendilerini bir halt zannetmelerine sebeb olup halkın meclisine taşıyanların", 
-"Bir başka parti içinde olup ta söylemleriyle bölücüleri v bölücülüğü destekleyenlerin"
-"Teşkilatlarındaki bilgileri ipşa ederek, önemli kademelerde olup ta yapılanmalarından  dolayı görevinden uzaklaştırılanların" HİÇ Mİ SUÇU YOK ?

Bu suçlu listesine eklenecek çok şey var. Bende bu liste içinden bir şekilde kendime yer bulabilirim YA SEN! yeni yıla girdiğimiz şu ilk günlerde geri dönüp ve bir insalık muhasebesi yapmak ister misin? Eğer muhasebesini yaptığın şey ile bir bağlantın varsa ucundan kenarından sende kendinde bir şeyler bulacaksın emin ol.

Birbirimizi pervasızca ve anlamsızca suçlayarak bu duruma gelmedik mi? Yıllarca hep devletimize yada devleti yönetenlerine düşman olarak, mualif olarak, iktidarın karşısında durarak yetiştirildik. Çok uzak değil, 61-78 arası, 80'ler 90'lar 2000'ler ve sonrası hep ayrışmaya yönelik söylemlerle geçti. 61 öncesinde zaten mualif olamazdın heryer iktidardı, oyu bile iktidarın belirlediği yöntemlerle açık oylama kapalı tasnif yapıyordun.

Hep bir tarafın mazlumu olduk. Solduk muhafazakarı ezdik, sağ olduk solu dağıttık... Hep dengesiz yaşadık. Yıllar bize tek adamlı yıllar, 61 darbesi, 80 darbesi, ara rejimlerle acı tecrübeler yaşattı. Kötü tecrübelerle ÖĞRENİYORUZ, öğrendikçe bağışıklık sistemimiz kuvvetleniyor. Dengenin kurulması çok uzak değil. Fakat SAYGI VE ANLAYIŞIN olmadığı bir yöntemin başarıya giden yolu ancak uzatacağını unutmamak gerek.

Kendim gibi düşünmeyene küfretmek ancak "acziyet içindeyim, yapacak başka bir şeyim yok" demekten başka bir şey değil gibi geliyor bana. Oysa 100-200 yıllık geçmişimizi sorgulayarak, nerede nerelerde yanlış yaptığımıza bakarak çekinmeden geçmişimizle yüzleşerek eksiklerimizi tamamlamaya çalışırsak, ülke olarak geleceğimize daha etkin yön vermede bir rolümüz, katkımız olacaktır. Hangi düşüncenin tarafı olursak olalım ortak tavrı bulmak çok zor olmayacaktır.

Saygı ve anlayış çercevesini aşarak, taraflar arasındaki tahammül sınırlarını zorlamayalım yeter. İnanın güzel günlere giden yolun kodlarını çözmeyi öğreniyoruz ve İnşallah hep birlikte çözüyor olacağız. 

Ne demiş Aristoteles "Umut insanı uyandıran bir rüyadır."



Sevgilerimle


31 Aralık 2015 Perşembe

Yılbaşı- Noel

Yine bir yıl bitiyor, yine yeni bir yıl geliyor ve yine kutuplara bölünüp taraflar birbirine çılgınca “yılbaşı” göndermesi yapıyor. Umarım yüzyıllarca bu böyle devam etmez.
Kimine göre “yılbaşı”, kimine göre “Noel” kimine göre aradaki farkı çok dikkate almadan yapılan eğlenceler- kutlamalar işin odak noktası. Kavramları netleştirerek konuya bakarsak;
Yılbaşı: Batı ülkelerinin ve 1926'dan bu yana Türkiye'nin kullandığı düzeltilmiş Gregoryan takviminde, yeni yılın başladığı gün.
Noel: “Hristiyanların her yıl 25 Aralıkta Hz. İsa'nın doğum gününü kutladıkları yortu
Yortu: Hz. İsa'nın yaşamını, ölümünü, dirilişini ve azizlerin yaşamlarına yansımış olan erdemlerini anmak üzere kilisenin belirlediği kutsal günler.
Hadi birde şu Gregoryan takviminin ne olduğuna bakalım:
Miladi takvim ya da Gregoryen takvim, Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından yaptırılan takvim. Milad'ı tarih başlangıcı ve Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı "1 yıl" olarak kabul eden takvim.
Yorulmadık derseniz bir alıntıyla biraz daha derine ineceğim smile ifade simgesi
“Tarihi kaynaklar incelendiğinde, Hz. İsa'nın doğum tarihine dair kesin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Bu konuda, farklı rivayetler olup, Hıristiyan kaynaklarında da farklı tarihler yer almaktadır. Hz. İsa’nın doğum tarihinin yıl olarak milattan önce dört ile altı yıl evvel olduğu, doğum günü olarak da Batı'da bulunan kiliseler 25 Aralık gününü, doğum tarihi olarak kabul edip kutlarlarken, Doğu kiliseleri ise bu tarihi 6 Ocak olarak kabul etmektedir.
Hz. İsa’nın doğum tarihindeki bu ihtilafların sebebini ise, Meydan Larousse’un ‘Noel’ maddesinde şu şekilde açıklanmaktadır: “Milattan önce güneşe tapan putperestler, tanrı saydıkları Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülürlerdi. 25 Aralık’ta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneşin kendileri ile kalmaya razı olduğuna sevinerek kutlamalar yaparlardı.”
Bu kutlamalar sırasında dans ederler, içki içerler ve ışıklandırma yaparlardı. O günde hindi kesme, domuz başı, kaz kızartması yemeyi ve birbirlerine çeşitli hediyeler vermeyi, gelenek haline getirmişlerdi. Ayrıca; Güneşe tapan ve kurtarıcı tanrılarının kış başlangıcında doğduğuna inanan, diğer putperest milletler de vardı. Bunlar da Julian takvimine göre kış başlangıcı olarak kabul edilen 25 Aralık’ta özel kutlama törenleri yaparlardı.
Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde ise konuyla ilgili olarak şunlar anlatılır: “O dönemde, Hz. İsa’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için, ilk Hıristiyanların Hz. İsa’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğunun her yerinde Güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru Büyük Konstantin, putperest iken miladın 313 senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten birçok şeyleri de Hristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralık’ı yılbaşı kabul etti. Hz. İsa’nın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hristiyanlar da, Hz. İsa’nın 25 Aralık’ta doğduğunu kabul ettiler. Sonunda bu geceyi miladi yılbaşı ve Noel olarak her sene kutlamaya başladılar.”
İşte 25 Aralık–1 Ocak arası bu eğlence günleri ve tatil olarak kabul edilmiştir.
Bütün bu anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, İmparator Konstantin mağlûp edilemeyen güneş kültüyle, Mitra kültünü Hristiyanlık’la birleştirmiş, böylece onun zamanında Noel ortaya çıkmıştır. İmparator Aurelion’dan itibaren güneş kültü Hıristiyanlık inançlarıyla bir sentez oluşturmuştur. Böylece Noel, Roma Katolikleri tarafından Hristiyanlığa adapte edilmiştir. Aslında yılbaşının Hristiyanlıkla ve Hz. İsa ile hiçbir alakası yoktur. Katolik dünyası sadece 25 Aralık gecesini kiliselerde ayinler yaparak geçirmektedirler. Fakat 31 Aralık’ta yılbaşı geceleri ise kiliselerde ne ayinler yapılmakta ne de o gece bir takdis havası içinde kutlanmaktadır.”
Tıklayınızsmile ifade simgesi
Tüm bu bilgiler ışığında 25 Aralık – ile 31 Aralık kutlamalarının karışması kafaları da karıştırıyor. Yılbaşının, noel (Christmas) havasında “çam ağacı süsleyerek, hindi keserek, sınırı olmayan çılgınca partiler eğlenceler düzenleyerek, kapitalist düzenin olmazsa olmazı güne özel hediyeler alıp-vererek, geceliği bilmem kaç dolara olan lüks mekanlarda geçecek gecelerle (?)” ayrı bir anlamla kutlaması elbetteki insanlar tarafından farklı yorumlanıyor. Hayata bakış tarzlarına göre kim ne düşünüyor, kim duruma nasıl yaklaşıyor zaten herkes tarafından biliniyor buraya dokunmak istemiyorum. Her yerde olduğu gibi burada da acayip kutuplaştık, elimizden gelse burada da birbirimizin gözünü oyacak durumdayız.
Herkes yaşadığı hayatının direksiyonunda, gitmek istediği yolu zaten kendi belirliyor, kime nereye gideceğini, hangi yoldan gideceğini, nerede duraklayacağını, ne yapacağını söylemek gibi bir dahlimiz asla olamaz. Zaten inançları, bugüne kadar aldıkları öğretileri ve itibar ettikleri, ilerlediği yolda en yakın yön vericileri olarak yan koltuklarında Co-pilot olarak oturuyor. Bu nedenle her bireyin olaylara yaklaşımına, (kendimizin de bir birey olarak saygı duyulmayı beklediğimiz için) saygıyla ve sevgiyle yaklaşmalıyız. Galiba toplum olarak unuttuğumuz da bu, çok bireyleştik ve toplumsal saygı, sevgi hasletini unuttuk. Bir an önce bu huyları tekrar akıllarımızda ki, kalplerimizdeki yere monte etmeliyiz. Eğer her yerde gördüğümüz bu kutuplaşma aynı hızla devam ederse zaten başka yerlerimizi başka şeyler monte edilmiş olacak smile ifade simgesi
Herkesin neyi neden kutladığını bildiği, nereden gidersek gidelim yolun sonun toplumsal birlik olduğu, mutluluğun, dostlukların ve huzurun baki kaldığı, ayrışmadan daha derin köklerle birleştiğimiz nice nice güzel yıllara inşallah. Daha mutlu, daha özgür, daha biz bir 2016'da görüşmek üzere. Sevgilerimle

10 Eylül 2015 Perşembe

KAYGIMIZ VATAN OLSUN!

Biraz geri, seçim öncesine gidip o zaman ki atmosfere yeniden dönelim. O zamanın iktidar partisinin oy oranlarına bakıldığında tek başına iktidar olma ve anayasayı değiştirme gücünde olduğu görülüyordu. Hatta bu gücün başkanlık sistemine geçişte etkili olacağı konuşuluyordu. Mevcut muhalefet partileri iktidarı çok fazla zorlaymıyor, etkisiz kalıyordu. Durum böyle giderse ülkenin gündemi tek partinin yönetiminde ana yasa değişikliği ve başkanlık sistem olarak değişecekti. Diğer taraftan CB, eski CB'ler göre elindeki tüm yetkilerini kullanıp bu sistemin provalarını yapıyordu.

Haliyle ve kendince haklı nedenlerle gündemin böyle değişmesini, özellikle CB'nin başkanlık sistemine geçmek istemesinin önünün kesilmesini isteyenler oldu. 

Bu arkadaşların, akıllarına parlak bir fikir getirildi. Eğer meclise 4. bir parti girerse, meclis aritmetiği ve buna bağlı gündemde değişecek ve CB'nin istediği yola da girilmeyecekti. Peki nasıl olacaktı bu iş?  
Tabi ki meclise girmesi en muhtemel partiyi yani "HDP" meclise sokarak. 

Oldu mu? Oldu hemde fevkaladesiyle oldu. Hatta kantarın topuzu kaçtı diyenler bile oldu.  HDP, MHP ile yakın oran ve millet vekili sayısıyla meclise girdi. Böylelikle bu arkadaşların istediği de oldu. 

Sonra, sonrasını da ben anlatmayayım bugün geldiğimiz durum ortada... Birilerinin (siz neresinden bakıyorsanız) isteğiyle kaos içinde, istikrar ve güvenden uzak, kan ve göz yaşı içinde bir ülke resmi çıktı ortaya..

Peki, bu saatten sonra ne yapılmalı?
Elbette, öncelikle sukuneti sağlamak için siyasi görüşlerimizi bir kenara bırakıp, terörden, teröristen, silahtan, kan ve öfkeden uzakta durup istikrar ve güven için Vatan'ımıza sahip çıkmalıyız.

Sonrası, sonrası "Allah kerim" elbet geçmiş yıllarda olduğu gibi yine, yeni çıkar yollar bulunacak. İşte bu yolları bulmak için çokca sorular sormamız gerekecek kendimize.
Benim kafamı kurcalayan ve araştırılmasında çok büyük fayda olduğunu düşündüğüm en kritik soru şu;
Eğer meclise iki güçlü parti girseydi oyunuz hangi partiye olurdu? sorusunun cevabı, yada cevapları.. 

Buradaki temel düşünce, halk kendi durumuna ve görüşüne göre kendine en yakın (oy olarak en büyük) partide tercihlerini birleştirse yani bir başkasının eline bırakmadan sandıkta koalisyonu kurabilir mi? malum son araştırmalarda meclis aritmetiği çok değişmedi. Yani, bir önceki davranışın aksine daha uçlardan içeri doğru gelinerek ülkeye güven, istikrar getirecek güç birliği verecek oluşumu eliyle kendi yapsa.. En azından her iki tarafta birbirini kontrol edebilecek güç dengesinde olsa.. 

Seçim sonrası gelişmeleri gördük, hiçbir kurum başkanlıkları yada komisyonlarda hızlı ve dengeli bir seçim yapılamadı, her yer tıkandı. Böylelikle bu durumunda bir çok konuda ülkenin önü açılmış olacaktır.

Daha sonra bu düzen her türlü yeniden sorgulanır. Hatalarımız, yanlışlarımız tekrar gözden geçirilir. Ülkeyi daha adil yönetecek bir anayasa yapılır ve 80 anayasası vesayetinden de çıkılır. Güç dengesinin olduğu yerde sorunlar çabuk aşılır,
yeter ki ÜLKEMDE BİRLİK OLSUN.


Nacizane.. 

2 Eylül 2015 Çarşamba

Ülkem üstüne, Ülküm üstüne

Ülke olarak çok çetin zor bir dönemden geçiyoruz. Her yerimizden parça parça ayrılıyoruz bizi ayakta tutacak millet, bayrak, toprak, namus gibi değerler bile bir arada tutmuyor artık.
Herkes kendince ülkeyi kurtarma çabasında (?)
Herkes karşısındaki hain, güvenilmez, satıcı gibi hafif tabirlerle kötü görüyor.
Herkes herkese göre yalan söylüyor, yanlış yapıyor.
Ülkenin birliği bütünlüğü, ekonomisi, yaşanılabilir olması ortak veri fakat herkes ayrı telden çalıyor.
Birdik bölündük, parçalandık artık başkaları tarafından yönetilir, yönlendirilir olduk.
Bilgisizce, olayların üzerine fikirler ürettik. Bilgi sahibi olmadan maalesef fikir sahibi olduk.
Ne duyduysak, okuduysak içeriğine bakmadan paylaştık, bilmeden istemeden doğrunun da yanlışında tarafı olduk.
Herkesi yaftaladık ve hala yaftalamaya devam ediyoruz elimizde önümüzde müspet bir delil yokken bile.
Hainler, çalıyorlar, hırsızlar, yolsuzlar, onun oğlu şöyle bunun kızı böyle, o soysuz, bu boysuz, o donsuz bu çulsuz.....
Yüzyıllardır hep aynı teraneyi pişirip pişirip önümüze koydular Bizde o hainler sofrasına oturup yemeklerin tadına baktık. Kimi yemeğin tuzu, biberi yağı olduk, hala oluyoruz.
Peki hepsi neden, hesapta ülke menfaatleri için?
Artık kim kimin elini tutuyor, kimi kimin adamı bilemez olduk çünkü ortada adam kalmadı. Etrafımda akıl sahibi olduğunu düşündüğüm insanlar bile kendi görüşleri içinde boğulduklarını göremiyorlar. Kimse karşı tarafın havasını soluyup, suyunu içeyim demiyor. Moda lafla "hani empati ?" Yok, herkes külliyen yanlış.
Yok ....... öyle değil işte..
Birbirini dinlemeden, anlamadan, anlamaya çalışmadan onun gibi düşünüp onun gözlüğü ile olana biten bakmadan neden konuşuyor, neden yazıyoruz. Neden devleti (makamın içinde oturana bakmadan) kötülüyor ve oteriteyi yerin dibine sokuyoruz.
Hangi ülkede vatandaşı devletini bu derece yerin dibine sokmaya çalışır. Her şeyi bir kenara bırakın arkadaşlar bu devlet sensin, benim bu devlet hepimiz değil miyiz?
Aksayan, bozulan yanları kendi içimiz kendimiz tamir edeceğiz. Bunun için silah kullanmak, eylem yapmak, adam öldürmek, yakmak yıkmak niye...
Bunca yıl yaşamışlığımla gördüğüm şey şu ki, biz yıllar içinde bir çok sorunu el birliği ile bertaraf ettik. Yine geçmiş tecrübelerim destekli şunu diyebilirim ki birilerinin oyununa geliyoruz ve başkalarının hesabına birbirimizi yiyiyoruz.
Gelin biraz daha sakin, itidal içinde olalım her şeyi kötü görüp dünyamızı, dünyalarımız karartmayalım.
Gazete, dergi, tv veya radyo veya internette okuduğumuz takip ettiğimiz kişilerin paylaşımlarına, içerikleri kadar değer verelim.
Ne diyor, doğru mu yanlış mı? araştırıp, içine girip ondan sonra paylaşımda bulunalım, aksi durumda aynı yanlışa paydaş olmalayalım. Biraz empati, biraz araştırma, gerçek bilgi bu işi çözer. Bilgi olunca kanmak, kandırılmak zor olur. BİLMEDEN FİKİR ÜRETMEYELİM. Neden diye soralım.. neden....
Neden böyle olmuş olabilir?
Neden böyle söylüyor?
Neden böyle yapıyor?
Ne kadar çok sorgu, ne kadar çok bilgi, o kadar az yanılgı...
saygılarımla....