1 Haziran 2014 Pazar

Viktor Hugo

Victor Hugo, 26 Şubat 1802'de Fransa'nın Besancon kasabasında dünyaya geldi. Babası Leopol Hugo bir generaldi. Hugo, yetişmesinde annesine çok şey borçludur. Bundan dolayı annesini her zaman minnetle anmıştır. Victor Hugo'nun çocukluğuna rastlayan devir Fransa'nın en çalkantılı devridir. Bu yüzden hayatının ilk yılları oradan oraya göçmekle geçmiştir. Victor, okula başladıktan kısa bir zaman sonra hayret verici gelişmeler gösterir. Bir süre sonra babası tarafından bir manastır mektebine verilir. Bu okulda tanıdığı kırmızı ve çirkin yüzlü bir kambur hademe onun sonraları yazacağı "Notre Dame'ın Kamburu" adlı ünlü romanın kahramanı olacaktır. Manastırdan bir yıl sonra ayrılmak mecburiyetinde kalır. Bu arada bulabildiği her çeşit kitabı okumayı sürdürmektedir. Kısa bir süre sonra, daha 13 yaşına gelmeden manzumeler yazmaya başlar. 15 yaşında ise, Fransız Akademisi'nin açtığı "Hayatın Çeşitli Halleri Karşısında Bilginin Sağladığı Saadet" mevzuundaki şiir yarışmasında birincilik mükafatını alır. Bu yarışma aynı zamanda kabiliyetini ilk defa dışarıya göstermesine vesile olmuştur. 1819'da 17 yaşında Toulouse Akademisi'nin şiir yarışmasında en büyük mükâfat olan "Altın Zambak"ı kazandı.

İlk şiir kitabı 1822 de "Methiyeler" adıyla neşredildi. İlk romanı ise 1823'de 4 cilt halinde çıkan "İzlandalı Han" olmuştu. Victor Hugo'nun gerek edebiyat muhitlerinde gerek yayın hayatında ünü gittikçe artıyordu. 1824'te "Yeni Methiyeler", 1826'da "Bug Jurgal" ve daha sonrada her yıl verdiği yeni eserler, onu kısa zamanda aranan yazar haline getirmişti. Fakat Hugo, kendisini dünya çapında şöhret yapan eserlerini olgunluk çağında vermiştir. Bu eserler; 1831'de "Notre Dame'ın Kamburu", 1859'da "Asırların Efsanesi" 1862'de "Sefiller"dir. Diğer mühim eserleri: Dinler ve Din, Ulu Merhamet, Allah, Şeytanın Sonu, Deniz İşçileri"dir. Büyük yazar 15 Mayıs 1885'de geçirdiği rahatsızlıktan 7 gün sonra hayata gözlerini kapamıştır.

Fransız romantizminin öncüsü sayılan ve romantizmi edebiyatta yeni bir ekol olarak kabul ettiren Victor Hugo'nun "Sefiller"i romantik akımın dev eserlerinden biridir. Yazılmasına 1840'ın ilk aylarında başlanan "Sefiller," daha sonraki 10 sene zarfında Hugo'yu meşgul etmiştir. Ancak 1862'de tamamlanan eserinin önsözünde Victor Hugo şöyle der:
"Yeryüzünde kanunlar, ananeler yoluyla meydana getirilen sun'i cehennemler, Allah vergisi kaderi uğursuz insanların elinin karıştırdığı cemiyetler bulundukça; asrımızın başlıca üç meselesi —erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun okumamışlık yüzünden kabiliyetlerinin mahvolması — halledilmedikçe; bazı bölgelerde cemiyetin insanları boğması mümkün oldukça, daha geniş bir zaviyeden başka bir tabirle yeryüzünde cehalet, sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır."

Victor Hugo bu kitabı yazmaktaki gayesini şöyle hülasa eder:
"Şu anda okuyucunun eli altında bulunan kitap, eksikleri, üstün veya zayıf tarafları ne olursa olsun, bir baştan bir başa bütünü de, teferruatlarında kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan vazifeye, cehennemden cennete, sefaletten Allah'a doğru bir yürüyüştür. Çıkış noktası madde, vardığı nokta ruhtur. Başlangıçta canavar neticede melektir."

Bu eser çok geniş bir çerçeve içinde çeşitli tabakalardan şahıslarla, cemiyet hayatından kalb sızlatıcı sahnelerle, insan ruhunun türlü sıkıntılarıyla örülmüş bir sanat abidesidir. İçtimaî sefaletleri, bütün teferruatları sebep ve neticeleriyle incelemekte, insanın saadeti için çareler göstermektedir. Romanın baş kahramanı Jean Valjean edebiyat tarihinin unutulmaz şahıslarından biri olarak kalmıştır.

Hâdise 19. yüzyıl Fransa'sında geçer. Fakir bir genç olan Jean Valjean dürüst, saf bir köylüdür. Kızkardeşinin aç çocuklarını doyurabilmek için ekmek çalar ve yakalanır. Beş yıl ağır kürek cezasına mahküm olur. Daha sonra kaçmaya teşebbüs ettiği için cezası 19 yıla çıkarılır. Nihayet 1815'de serbest bırakılır. Ne var ki, ufak bir sebep yüzünden girdiği hapishanelerde senelerdir çektiği azap ruhunu karartmış, iyilik hislerini köreltmiştir. Hapishaneden çıkması soğuk bir kış gününe rastlar. Fakat barınacak bir yer bulamaz. Yemek ve yatmak için nereye başvurur ise sabıkalı olduğundan bütün kapılar yüzüne kapanır. Yalnız iyilik sever ve faziletli bir din adamı olan Myriel onu evine alır. Jean Valjean, Myriel'in sıcak alakasına şaşar. Ama insanlara karşı kin dolu olduğundan, gece din adamının çok kıymet verdiği gümüş şamdanları çalıp kaçar. Fakat polis tarafından yakalanır. Myriel polise şamdanları kendisinin verdiğini söyler. Böylece Jean Valjean serbest bırakılır. Yalnız kaldıkları zaman din adamı şamdanları Valjean'a hediye eder. Myriel'in bu asil davranışı ve iyilik tavsiyeleri Jean Valjean'ın içinde fazilet ışığını yakar.

Bir süre sonra Jean Valjean bir başka şehirde Madeleine adıyla yaşamaya başlar ve kısa zamanda zengin olur. Halk, Valjean'ı iyilik meleği gibi görür. Bu arada Valjean, Fantine adlı hasta fakir bir kadının acıklı hikâyesine şahit olur. Kadın parasızlık yüzünden küçük kızını kötü kalpli bir aileye emanet etmek mecburiyetinde kalmıştır. Fantine hastalığı sebebiyle ölürken Valjean ona kızını kendisinin bakacağına dair söz verir. Diğer yandan kasabanın polis müfettişi Javert, Jean Valjean'dan şüphelenmektedir. Bu şüphelerini polis müdürlüğüne bildirir. Fakat gelen cevapta Valjean'ın yakalanmış olduğunu öğrenir. Javert bunun üzerine Madeleine'ye kendisini eski bir kürek mahkumu olan Jean Valjean'a benzettiğini fakat gerçek Valjean'ın yakalanmış olduğunu bildirir ve ondan özür diler. Valjean bunun üzerine kendisinin yerine yanlışlıkla başkasının yakalandığını anlayarak vicdan azabından kurtulmak için polise teslim olur. Fakat bir süre sonra tekrar kaçar ve Fantine'in küçük kızı Cosette'i yanına alarak yaşamaya başlar. Uzun süre kızı gibi sevdiği Cosette ile saadet dolu günler geçiren Valjean'ın, Cosette'in Marius adlı bir gençle evlenmesiyle saadeti son bulur. Çünkü Valjean, Marius'a eski bir kürek mahkumu olduğunu söylemiş, Marius da bunun üzerine Valjean'ın kızını görmesini engellemiştir. Zavallı adam sadık hizmetçisi ile birlikte evine kapanır. Üzüntüsünden ve Cosette'e olan hasretinden gün geçtikçe çökmeye başlar. Bu arada Marius, Valjean'ın ne kadar iyi bir insan olduğunu öğrenir. Cosette'i alarak Jean Valjean'ın yanına gelir. Ancak, Valjean ölmek üzeredir. Çektiği ızdıraplara rağmen bu iki genci bağrına basar. Din adamının kendisine verdiği gümüş şamdanları onlara verir ve ölür.

Victor Hugo'nun din, tabiat, cemiyet üçlemesinden meydana getirdiği bu büyük şaheserini yazmaktaki maksadını kısaca şu sözlerinden anlamak mümkündür:
"Hiç şüphesiz bir başka âlemin bekleme salonu olan bu dünyada tam manası ile mesut insan yoktur. Aslında insanlar ikiye ayrılırlar. Aydınlıkta olanlar ve karanlıkta olanlar. Karanlıkta olanların sayısını azaltmak, işte hedef! Biz bunun için maarif ve ilim diye haykırıyoruz."

Hugo'nun Sefiller'de anlatmak istediği tedrisat ve ilim anlayışı içinde, dini maarifde yer almaktadır. Bunu da Fransız kurucu meclisinde yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklar :
"Din tedrisatı bugün her zamankinden çok daha lüzumludur. İnsan büyüdükçe daha fazla inanmak mecburiyetindedir. Şahıs Allah'a yaklaştıkça Allah'ın sıfatlarını görmek mecburiyeti ile karşı karşıyadır. Zamanımızda bir felaket var ki, o da herşeyi maddi hayata bağlı görme temayülüdür. Bu, insana gaye olarak yalnız dünya hayatını göstermekle bütün sefaletlerin tesirini ağırlaştırıyor. Bedbahtların acılarına, fakirliğin çekilmez yükü ekleniyor. İşte içtimâi kıvranışlar bundan ileri geliyor. Geçici sefaletlerimiz ebedi ümitlerin işin içine girmesi ile ne kadar azalıyor. Hepimizin vazifesi, kanun koyucu olarak veya din adamı veya yazar sıfatıyla maddi ve manevi sefaletle mücadele etmek, onun her şeklini yok etmek için bütün içtimaî gücü ortaya koymak ve kullanmaktadır. Aynı zamanda başları göğe doğru kaldırmak, bütün ruhları ve bütün dikkatleri adaletin gerçekleşeceği bir gelecek hayata yöneltmektir. Hiç kimsenin haksız ve faydasız yere acı çekmeyeceğini söylemektir. Maddi dünyanın kanunu denge olduğu gibi, manevi dünyanın kanunu da doğruluktur. Ve herşey Allah'a varır. Şunu unutmamalı ve herkese öğretmeli: İnsan bütünüyle ve ebedi olarak ölecek olsaydı hayatın değeri kalmaz, hatta hayat, harcanan zahmete değmezdi. Izdırabı hafifleten, gayreti mükâfatlandıran, insanı güçlü, iyi , iffetli, sabırlı, iyiliksever, adaletli aynı zamanda hem ağırbaşlı hem büyük yapan idrâka ve hürriyete kabiliyetli kılan şey bu hayatın karanlıkları arasında ebedi dünyanın sürekli müşahedesidir.

Victor Hugo, dinin insan için gerekliliğine inanır. Allah tanımaz felsefeye karşı çıkar. Bununla beraber felsefenin zaruri olduğunu kabul ederdi. Aşağıdaki sözlerinden felsefe hakkındaki görüşlerini öğrenebiliriz:
"Dua etmek şekline gelince hepsi iyidir. Yeter ki, samimi olsun. Kitabınızı ters çevirin, sonsuzluğa dalın. Sonsuzluğu reddeden bir felsefe olduğunu biliyoruz. Bir de güneşi inkar eden felsefe var. Bu bir çeşit hastalıktır. O felsefenin adı körlüktür. En tuhaf olanı da Allah'ı gören felsefeye karşı bu gözü kapalı felsefenin yukarıdan bakan acıma dolu halleridir. Sanki bir köstebeğin bağırdığı duyulur:
"Güneşlerinden dolayı onlara acıyorum."

Hep biliyoruz ki pek tanınmış inkârcılar vardır. Gerçekten bunlar kendi vicdanlarıyla hakikate döndüklerinde, imansız olduklarından pek de emin değillerdir. Bu, onlar için bir tarîf hadisesidir. Her ne olursa olsun, Allah'a inanmasalar da üstün zekâlar olduklarından Allah'ı ispat ederler.

Ebediyeti inkâr, dosdoğru hiçbir şeye inanmamaya götürür. Herşey sonunda bir ruh mefhumuna dayanır. Hiçbir şeye inanmayanla tartışılamaz. Çünkü böyle biri, karşısındakinin varlığından şüphe eder. Kendi varlığından da emin değildir. Onun görüş noktasından kendisi de kendisi için düşündüğü bir mefhum olabilir. Yalnız inkâr ettiği şeyi, bir tek "düşünce" kelimesini söylemekle toptan kabul ettiğinin farkında değildir. Kısaca, herşeyi bir tek kelime ile "Hayır"a bağlayan bir felsefeyle, düşünceye hiçbir yol açık değildir. Hayır'a bir tek karşılık vardır; evet. Hiçbir şeye inanmamanın alanı dardır. Gerçekte "mutlak hiçlik" diye birşey yoktur. Herşey bir şeydir. İnsan ekmekten çok, birşey kabul etmekle yaşar. Görmek, yükselmek bile yetmez. Felsefe bir güç olmalıdır. Bir başkâ deyişle saadet adamından hikmet adamını çıkarmalıdır. İlim kalbe kuvvet vermeli. Zevk almak, ne acı bir hedef, ne zavallı bir ihtiras! Düşünmek, işte ruhun gerçek zaferi... Düşünceyi insanların ebediyetine uzatmalı, onların hepsine, iksir gibi Allah inancını vermek, insanda vicdana ilmi kardeş etmek, bu esrarlı karşılaştırmalarıyla insanı âdil hale getirmek... Gerçek vazifelinin vazifesi işte budur. Ahlâk gerçeklerin bir açıklamasıdır. Düşünmek, harekette bulunmaya sevkeder, böylece, felsefeyken din mertebesine yükselir.
Felsefe, bilinmezleri rahatça seyretmek için, meraka rahatlık sağlamaktan başka neticesi olmayan, bilinmezliğin üzerine oturtulmuş basit bir çıkıntı olmamalıdır. İki üç kaynağı olan şu iki kuvvet olmadan; inanmak, sevmek, ne çıkış noktası olarak insanı kabul ederiz, ne de hedef olarak ilerlemeyi. Terakki hedeftir, idealdir. İdeal nedir? Allah'tır. İdeal, kesinlik, mükemmeliyet, ebediyettir."
Hugo, için ahiret hayatına inanabilmek Allah'a inanabilmekle mümkündür ve kendisi her fırsatta Allah'a inandığını belirtirdi
"Allah'a inanıyorum... Hem de, kendime inandığımdan daha çok. Kendi varlığımdan çok, Allah'ın varlığından eminim".
"Herşeyin arkasında Allah vardır. Ama herşey de Allah'ı izler. Bazı düşünceler dua gibidir, öyle anlar vardır ki, gövdenin duruşu ne olursa olsun, ruh secdeye kapanır."
Hugo, tabiatın sinesinde Allah'ı bulur ve bütün kalbini bu inançla doldurur.
"Tabiat başlıbaşına bir şiirdir, onu anlamak için ruh kuvveti ister, coşku ister, iman ister" der.
Altmış senelik yazarlığının meyvesi olan irili ufaklı elliyi aşkın eserlerinin hemen hemen hepsinde Allah'a, dine veya ruha yer veren Hugo, bir defasında şöyle söylüyordu.
"Allah'ım senin iyi, merhametli, müsamahakâr ve adil olduğuna inanıyorum. Sana geliyorum. Senin önünde insan rüzgârla sallanan bir başaktan başka birşey değildir.
Hastalığının beşinci günü ise dostu Paul Mevrice ile şöyle konuşmuştu:
"Aziz dostum ölüm ne kadar güçmüş.
— Fakat siz ölmeyeceksiniz ki...!
— Bu gelen ölümdür, hoş geldi safâ geldi."
Hugo, ölümü büyük bir sükûnetle karşılıyordu. Ruhun ebediyetine iman ettiği için ölümü sadece mevcudiyetin değişmesi olarak telâkki ediyor ve mezarı yüce âlemin kapısı kabul ediyordu. Bu manalı konuşmadan 2 gün sonra dünyaya gözlerini yumdu.
Allah'a inandığı halde kiliselerin batıl itikatlarına inanmaz, onların peygamberler hakkındaki görüşlerine karşı çıkar, Allah'ı onların anlattıkları gibi kabul etmezdi. Ona göre Tevrat'ı yanlış tefsir etmekle, İncil'i hatalı anlamak birdi. Ayrıca, "Asırların Efsanesi" adlı eserinde "İslam" namı altında üç manzumesinin birinde Peygamber Efendimizin (sav) vefatını, tarihi rivayetlere hayli yakın ve bazı noktalarda daha tafsilatlı olarak ve çok tesirli bir lisanla anlatmış olması enteresandır. Bu manzumede, Peygamberin (sav) büyüklüğü, karakteri, vasıfları, vefatından evvelki vak'alar, veda hutbesi, ümmetinden helallik talebi, nihayet Azrail'in (as) müsaade isteyerek içeri girmesi ve Allah'ın onu istediğini tebliğ etmesini müteakiben de ruhunu alışını heyecanlı bir şekilde dile getirir.
Onun hayat felsefesini, vasiyetinde de görmek mümkündür:
"Fakirlere 50 bin frank bırakıyorum. Mezarlığa, yoksullara ayrılmış araba ile götürülmemi istiyorum. Herkesin benim için dua etmesini istiyorum. Hangi mezhebin kilisesi olursa olsun, hiçbir dini merasim yapılmasını istemiyorum, ALLAH'A İNANIYORUM!"


Kaynak:http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/viktor-hugo.html

Victor Hugo’nun Hz. Muhammed için yazdığı dizeler

Victor Hugo Hz. MuhammedHristiyan dünyasının asırlardır tartıştığı ’nun Hazreti Muhammed (SAV) için yazdığı dizelerin tam metni Türkçeye çevrildi.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Dil Eğitim Merkezi Fransızca Bölümü Öğretim üyesi Yakup Yaşa tarafından uzun araştırmalar sonrası orijinal metnin üzerinden 'Mahomet' şiirinde Hugo 'in yaşam tarzını ve ölmeden önceki son günlerini anlatıyor. Hazreti Muhammed'in doğumunun 1443'üncü yılının kutlandığı günlerde Fransız düşünür ve yazar 'nun Hazreti Muhammed için yazdığı dizeler Türkçe'ye çevrildi. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Dil Eğitim Merkezi Fransızca Bölümü Öğretim Görevlilerinden Yakup Yaşa, uzun araştırmalar sonrası orijinal metnin üzerinden tercüme ettiği 'Mahomet'in her dizesinde Peygamber'in mütevazı yaşamı ve yüceliğinden izler var. Hugo eserinde Hz. Muhammed'in ölmeden önceki son zamanlarını anlatıyor.

Victor Hugo, uzun yaşamı, üstün dehası, insana ve insanlığa dair soylu düşünceleri ve güçlü yapıtlarıyla, 19'un yüzyıla damgasını vuran yazarlardan biri. Yapıtları güçlü bir lirizm içeren Hugo, eserlerinde daha çok, aşk, baba şefkati, ölüm, insan yazgısı, özgürlük, yoksullara iyi davranma, emeğin kutsallığı, hayatın hüzün ve neşesi ile tüm evreni kuşatan Tanrı'nın varlığı gibi konulara yer vermişti.

Ünlü Fransız yazar Victor Hugo'nun, 1855 yılında sürgündeyken yazmaya başladığı, insanlık tarihi ve gelişimini anlatan ve hala Fransa'nın gerçek anlamdaki tek destanı olarak kabul edilen, "La Légende des Siècles (Yüzyılların Efsanesi)" adlı eserinde; Allah, İslam, Kur'an ayetleri ve Hz. Muhammed ile ilgili çok sayıda şiirinin olduğu yüz yıllardır biliniyor. Ancak, aynı eserin Brüksel'de 28 Eylül 1859 yılında yapılan ilk baskısında yer alan İslam ve İslam peygamberine dair 'Mahomet', diğer baskılarından çıkarılmıştı. Yüzyılın Efsanesi'nde de yer alan "Mahomet"'i Le Centre national de la recherche scientifique (Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi), ancak, Hugo'nun ölümünden yüzyıl sonra yani 1985 yılında yayınlamıştı. Bu yayınla birlikte Hristiyan dünyasında bir çok tartışmaya neden olan Hugo'nun Müslüman olduğu da tartışılmaya başlanmıştı.

Hugo'nun 'Mohamet'i nin orijinal metinlerini Le Centre national de la recherche scientifique 'den elde eden Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Dil Eğitim Merkezi Fransızca Bölümü Öğretim Görevlilerinden Yakup Yaşa, uzun bir çalışma sonucu eseri Türkçe'ye çevirdi. Yakup Yaşa, "7 yıldır yaklaşık 400'e yakın Fransızca şiiri Türkçe'ye çevirdim. Uzun süredir Hugo'nun Hz. Muhammed'e yazdığı şiir üzerinde çalışıyordum. Fransa'da çeşitli üniversitelerde görev yapan edebiyatçı akademisyenlerle görüştüm. Hugo'nun şiirinin orijinalini bulup Türçe'ye çevirdim. Çeviriyi henüz bitirdim. Üniversitede üzerinde çalışmalarımız sürüyor. Hugo şiirinde Hz. Muhammed'i o kadar güzel anlatıyor ki etkilenmemek mümkün değil. Bu anlatımlar Hugo'nun İslamiyet'le ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor" dedi.

"Kim olduğumu ve adımın ne olduğunu, yalnızca Allah bilir"


"Son zamanlarda Victor Hugo ile ilgili yazılan en ciddi yapıtlardan biri olan ve ünlü yazın araştırmacısı, Henri Guillemin imzasını taşıyan "Hugo" adlı eserin ön sözünde, Hugo'nun şu sözlerine yer vermektedir:

"Je m'ignore ; je suis pour moi-même voilé, DIEU seul sait qui je suis et comment je me nomme : Ben bile kendimi tanıyamıyorum ; kendi kendime yabancıyım, kim olduğumu ve adımın ne olduğunu, yalnızca Allah bilir."

Hugo'nun, gerek iki oğlu gerek erkek torununun vaftiz edilmediğini ve Hristiyanlık adetlerine göre defnedilmediğini belirten yazar, ayrıca kitabın bir çok yerinde onun sürekli evinde gizli ibadet ettiğini belirtir. Bu durum ve "Mahomet" mersiyesindeki içerik, detaylar ve anlatılan öykü Hugo'nun Müslümanlığının konuşulur hale gelmesine en büyük etkendir. Yaşar'ın çevirdiği dizeler şöyle:

L'AN NEUF DE L'HEGIRE

(HİCRİ DOKUZUNCU SENE)

MAHOMET

HZ.MUHAMMED

Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu

Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu

Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu

Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu

Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında

Durup su içen develeri izliyordu arada sırada

Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.

Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştu

Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu

Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi

Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi

Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.

Tufanın sırlarını bilen Nuh'un havası vardı.

Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı

Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi

Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi

Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı

Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.

Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı

Oturur yere, elbiselerini kendi yapardı

Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı

Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı

Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu

Kutsal Kitap Kur'an'ı bir kez daha okudu

Sonra, sancağı, Said'in oğluna teslim etti.

Onlara: "Artık aranızdan ayrılma vakti geldi

Allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.

Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki

Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki

Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,

Ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu

Ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.

Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi

"Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici

Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O'dur

Ey insanlar, O'ndan başka rehberim yoktur

Onsuz bir değerim olmazdı."

Bir zat ona : "Ey müminlerin gerçek Sultanı!

Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne

Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne

Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.

O da: "Melekler ölümümü müzakere etti;

Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize

Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde

Ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;

Kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.

Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.

Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte

Ona: "Tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi.

Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi

Dalgındı; birden, şöyle dedi: "Herkes duysun!

Allah benim adımı andı! Bundan emin olun

Topraktan insan, nurdan bir peygamberim

İsa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.

Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.

Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi

İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu

O, gülü koklayan Bakire Meryem'den doğdu.

Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim

Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;

Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;

Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı

Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;

Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli

Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı

Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.

Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli

Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini

Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir

Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.

Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım

Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim

Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir

Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;

Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!

Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete

Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri

Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini

Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde

Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;

Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi

Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi

Ben ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedim

Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim

Savaş boyunca: "Bırakın yapsınlar!" diyordum

Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum

Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki

Zira sağ ellerine Ayı, sol ellerine Güneşi

Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla

Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta

Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım

Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım

İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım

Şimdi Allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.

Greklerin Hermès'i, Yahudilerin de Lévi' yi

Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni

Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak

Bu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacak

Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O'ndan

Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,

Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla

Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.

Sonra: "O'na inanıp teslim olun " diye ekledi

İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri

Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri

Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;

Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki

Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi

Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere

Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece

O'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar

O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;

Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin

Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için

Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,

Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar

Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli

İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri

Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!

Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,

Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak

Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak."

Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi

Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti

Ardından : "Ey insanlar! Size sesleniyorum

Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum

Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin

Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin

Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi.

Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi

Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı

Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi

"Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.

Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri

Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,

Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona

Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi

Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi

Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince

"Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir'e

Kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı."

Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı

Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu

Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu

O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu

Ve, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru

"İçeri girebilir miyim" diye müsaade istedi

"Gelsin" dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi

Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,

Ve, Melek ona : "Allah seni bekliyor" dedi

Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi

Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.
Etiketler : 
Kaynak:http://www.sabah.com.tr/kultur_sanat/2014/04/20/iste-v-hugonun-hz-muhammed-icin-yazdigi-dizeler