28 Haziran 2012 Perşembe

Neden üç günlük dünya da mutlu olmayı beceremiyoruz?

Yaşadığımız çağda insanların sorunları ve stresleri çok bunu biliyor ve bende bunları yaşıyorum. Sağlık sorunları, ailevi sorunlar, ekonomik ve siyasi sorunlar, insanın farkında olmasa da kendi kendine çıkardığı sorunlar, işteki , aşktaki sorunlar velhasıl bir çok sorun sinselesi enselerimizde boza pişiriyor. Belirttiğim bu listeye daha çok ...şey eklenebilir. Gün boyu sorunlarla uğraştığımız yetmiyormuş gibi bazen bu sorunları gecelerimize de taşıyor, uykularımızdan sağlığımızdan oluyoruz.
Evet, doğru çok sorunla uğraşıyoruz (aynı şeyleri yeniden saymayacağım) kafalarımız karışık. Peki, bu sorunlarla karşılaştığımızda kendimize eziyet etmeden, dellenmeden, sakin ve sukunet içinde sorunları çözebiliyor muyuz? Ya da şöyle sorayım sorunlar karşısında nasıl bir duruş sergiliyoruz? (İşte sanırım asıl soru bu? )
İnsan, nefes aldığı sürece hayatta mutlaka iyi ya da kötü bir çok şeyle karşılaşacaktır. Yok öyle, her yerin güllük gülistanlık olduğu bir yer. Herkes kendi filminde, farklı senaryoları yaşıyor. Herkesin bu üç günlük filmde farklı bir rolü var ve farklı karakterleri canlandırıyor. Kimi zengini, kimi fakiri kimi anneyi kimi babayı, kimi de çocuğu. Kimi gelin kimi kaynana, kimi işçi kimi patron. Kiminin mesleği varken kimi serbest takılıyor hayatta. Kimi bedenle çalışırken kimi aklını kullanıyor geçimini sağlamak için. Kiminin çalışacak işi yok, kiminin çalışmaya niyeti yok, dedik ya roller ve senaryolar farklı.
Bu roller içinde güzellikler olduğu gibi farklı sorunlarımız oluyor, olacak kaçarı var mı? Evde anne , baba ya da kardeşlerimizle, okulda öğretmenlerle, işte patronumuzla ya da iş arkadaşlarımızla, gelinler kaynanalarıyla, görümceler eltileriyle, kayınçolar için enişteleriyle, sevgililer sevgilisi ile sorunlar yaşayacak. İnsanız ve yaşıyorsak bu devran böyle devam edecek. Anlaşmazlıklar olacak, sorunlar olacak dünyayı bir sınav yeri olduğunu kabul edersek bazen çalıştığımız yerden bazen de çalışmadığımız yerden sorular gelecek karşımıza.
Yıllara göre sorunların tipleri değişecek fakat sorunsuz olmayacak. Çocukken babamıza ya da annemizlesorun yaşayacağız, kırılacağız sonra biz baba, anne olacağız ve çocuklarımız da bizlesorun yaşayacak. Öğrenciyken, öğretmeninle sorunun olacak, belki sen öğretmen olacak ve öğrencin senin hakkında aynısını düşünecek “bu hoca bana taktı abi ya” diyeceksin. Hasta olduğun, sonra iyileştiğin, parasız kaldığın, güçsüz kaldığın günler olurken para el kiri dediğin günler olacak…
Yani sorun hep var, hepte olacak. Durum böyleyken, neden kendimizi kasıyor ve bu sorun yumakları altında ruhlarımızı bedenlerimizi eziyoruz? Neden sakin kalamıyoruz? Korkumuz ya da heyecanımız neden? Sakin, heyecan yapmadan kendimizi ve çevremizi çok yormadan, telaşlanmadan, telaşlandırmadan sorunu/sorunları kendi kendimiz veya konuyla ilgili kişilerle birlikte çözemez miyiz? Bunun cevabını vermek çok kolay değil ama o kadarda zor olmasa gerek. Bunun cevabını verecek kadar bilgi sahibi değilim fakat üç aşağı beş yukarı aklımdan geçenleri paylaşmak isterim. Burada biraz inanç ya da öğretiler devreye giriyor galiba. Eğer bu dünyayı bir sınav mekanı ve kendimizi rolümüz ne olursa olsun, sınava girmiş öğrenciler olarak görebilirsek, işleri biraz daha kolaylaştırabilir ve sakinliğe ilk adımı atabiliriz gibi geliyor.
Önce, sorunu tanımlamak, onu derecelendirmek ve önem derecesine göre üstüne gitmek gerekir diye düşünüyorum. Olayı mutlaka anlamalıyız, anlamaya çalışmalıyız, kişiler ile ilgili durumlarda kendimiz karşıdakinin yerine koyup popüler tabirle empati kurmalıyız. Sonrasında, güçlü olmalıyız kendimiz üstesinden gelemeyeceksek (her şeyin altından bazen tek başına çıkamayız, yardıma yardımcılara ihtiyacımız olur) yükü hafifletecek birilerinden yardım istemeliyiz. Kim olabilir, bunlar konuyla birinci dereceden ilgili kişiler. Anne, baba, eş, arkadaş, can dostları, kankiler veya kankalar (aslında eli işe değebilecek “sevdiklerim” dediğin herkes)
Paylaşılması gereken konuları yükü hafifletmek, çözüme hızlı ve kolay ulaşmak için mutlaka paylaşmalıyız. Gurur yapmadan, “sorunu “sorun yapmadan paylaşmalıyız. Bizim tıkandığımız yerlerde yardımcılar devreye girmeli ki soruna, çözüm üretelim.
Sorunları paylaşmak, bizim güçsüz ya da konuyu çözmeye yetersiz olduğumuz anlamına gelmez. Bugün bana, yarın ona mantığıyla dayanışmayı hiç bir zaman göz ardı etmemeliyiz. Hayat paylaşınca güzel Herkesin bildiği gibi mutluluklar paylaştıkça çoğalır, sorunlar paylaştıkça azalır. Birbirimize olan desteğimizi, hiçbir zaman sevdiklerimizden (sevmesekte sorumlu olduklarımızdan) esirgememeliyiz. Sorunlarımıza yardım aldığımız ya da yardım edeceğimiz kişilerin hatalarını ekleyip mevcut sorunu katmerli hale getirmekten de kaçınmalıyız. Yarın farklı pişmanlıklar duymaktansa bugün gururu bir tarafa bırakıp insanca davrana bilirsek beklide yeni güzelliklerin başlamasına sebeb bile olabiliriz. Kaldı ki kimse ama kimse dört dörtlük değildir. Öyle olsaydı zaten bu dünyada sanırım sorun diye bir şeyde olmazdı.

Hiç yorum yok: