28 Aralık 2013 Cumartesi

Ben bir bankacıyım Gezi Parkı’nda, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında


taksim_gezi“… Para mı lâzım? Yaratalım! [...]  Herkesi mutlu etmek için bir kaç imza yeterli! O gece bin zanaatkâr imparatorun el yazısını ve imzasını taklid ederek küçük kâğıtların üzerine yazdılar: ‘bu kağıt 10, bu kâğıt 100, bu kâğıt 1000 altın eder’. Altın su gibi aktı, imparatorluk kurtuldu. Ama imparator hâlâ inanamıyordu: ‘Ne? Halk o kâğıtları gerçek para mı sanıyor? Askerlerim ve saray çalışanları maaşlarının bu kâğıtlarla ödenmesini kabul etti mi? Bu mucize inanılmayacak kadar güzel”
Bu satırlar Goethe’nin ünlü eseri Faust’un ikinci bölümünden. Tabi hikâyenin sonu iyi bitmiyor. Zira para “yaratmak” her zaman çok iyi bir fikir değil.Kontrolden çıkarsa parayı “yaratan” bankalar onu kullanan halkın emeğini sömürür.  Boş vaad verip ekmeğinizi, alın terinizi çalar. Zira para kendi başına bir değer değil. Para yenmez, sizi yağmurdan korumaz, aspirin gibi yutsanız baş ağrısını geçirmez. Para bir teminattır, verilmiş bir söz, bir vaad. Karşılıksız para basmak ise yalan söylemektir. Tam da bu yüzden bankalar serbest bırakılMAması gereken kurumlardır. Kredi alıp verme, mevduat toplama, borsa işlemleri, hayat sigortası… Bankacılık sahasına giren ne varsa hukuk çerçevesinde kalmalıdır.
Peki merkez bankaları dışında kimse para üretemezmiş gibi geliyor insana. Öyle ya, “matba” onların elinde değil mi? Bizim Akbank, İş Bankası veya Garanti nasıl para bassın? Aslında mesele çok basit, bu bankalardan birinden tüketici kredisi aldığımda ya da kredi kartımla borç aldığımda banka yoktan para “yaratıyor” ve bunu hesabıma yazıyor. Tabi karşılığını da kendi aktiflerine. Maaşım ay sonunda gelince borcumu ödüyorum ve para yok oluyor.
İşte bu karşılığı olmayan “yaratma” süreci kontrol altında tutulmalı. Elbette insanların ve bankaların birbirine güven duyması güzel ve bu güvenin maddeleşmesi, para olarak elden ele gezmesi gayet kullanışlı. Üstelik para sadece ticarete değil tasarruf yapmaya yarıyor, halkı ve iş adamlarını devletin baskısından koruyor büyük ölçüde. Bu yüzden para gerekli. Ancak parayı “yaratan / üreten” süreç ve aktörler denetim altında tutulmazsa bankalar devletin ve halkın üzerinde tahakküm kurabilirler. Bunun en acı örneğini 2008 krizinden beri ABD yaşıyor. Felaket Avrupa’ya da sıçradı. 400.000’den fazla İspanyol evsiz kaldı meselâ. Yunanistan’ın hali de ortada. (Bkz. Banka Ordudan Tehlikelidir!)
Uzatmayalım, bankalar gereklidir. Ama her iş sahası gibi kanun çerçevesinde kalmalıdır. Nasıl ki ilaç fabrikasına (faydalı diye) çevreyi kirletme serbestliği tanımıyorsak bankalara da sonsuz serbestlik veremeyiz. Hele para üretme süreci yani:
  1. Ulus-devletin merkez bankası yoluyla para basması,
  2. Özel bankaların kredi yoluyla yoktan ürettikleri teminat havuzu
denetim altında tutulmalı. Gezi hadisesine gelirsek… Türkiyedeki bankalar bazen kendilerini hukukun üstünde görebiliyorlar. Çok şükür Türkiye’nin mahkemeleri de bunlara gereken cezaları veriyor. Meselâ:
İşçi sömürüsü

Üç ay önce 1 milyar 116 milyon liralık ceza yiyen bankalar, şimdi de “fazla mesai” soruşturmasına uğradılar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı İş Teftiş Kurulu müfettişlerinin banka çalışanlarının şikayeti üzerine harekete geçmesiyle bankaların fazla mesai ödemesi yapmadıkları kaydedildi.Konuyla ilgili soruşturma halen devam ediyor.
Müşteri sömürüsü

Öte yandan, Ankaralı işadamları da, “ortak faiz belirleyen” bankalara karşı dava açtı. Ankara Genç İşadamları Derneği (ANGİAD) mahkemeye verdiği dilekçede, bankaların işadamlarını zarara uğrattıkları ve bu nedenle tazminat hakkının doğduğu vurgulandı. Söz konusu dava Ankara Adliyesi’nde devam ediyor.
Alınteri sömürüsü
Kredi kartları aidatı ve kredi komisyon masraflarıyla sürekli vatandaşı soyan bankalar, iki ay önce Rekabet Kurulu’ndan yedikleri 1,1 milyar liralık cezayla tarihe geçtiler. İş Bankası, Yapı Kredi, Garanti ve Akbank, en fazla ceza yiyen bankalar oldu. Rekabet Kurulu, geçtiğimiz Mart ayında tüketicilerden gelen yoğun şikayetler üzerine bankalar hakkında bir soruşturma başlattı. Rekabet Kurulu’nun dosyaları müzakeresi sonucunda, bankaların mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin ihlal ettiği belirlendi. Kurul, bankaların mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında anlaşma ve uyumlu eylem içerisinde bulunarak tüketiciyi zarara uğrattığını belirledi.
Akbank, Yapı Kredi, Garanti ve İş Bankası, tüketiciyi en fazla mağdur eden dört banka olarak “Birinci Grup Ceza Kesilen Bankalar”ı oluşturdu. Buna göre; Akbank T.A.Ş. 172.165.155,00 TL, Türkiye Garanti Bankası A.Ş. ve Garanti Ödeme Sistemleri A.Ş. ile Garanti Konut Finansmanı Danışmanlık A.Ş.’den oluşan ekonomik bütünlük 213.384.545,76 TL, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. 149.961.870,00 TL ve Türkiye İş Bankası A.Ş. 146.656.400,00 TL ceza aldı. Soruşturma safhasında söz konusu bankaların faiz oranlarını, kredi kart ücret ve komisyonları, kredi komisyonlarını ortak belirleme suçlarını işledikleri belirlendi.  
Peki bu cezaları yiyen banka sahipleri ne hissettiler? Bilemem. Hiç 500 milyon dolar kaybetmedim, zaten hayatta hiç bu kadar param olmamıştı. Ama Türk bankacıların dışlerini gıcırdattıklarını tahmin edebiliyorum. Yani Amerikalı ve Avrupalı meslektaşları bir gecede 700-800 milyar dolar götürüyor, bizim Tayyip Erdoğan bunlara 500 milyon doları çok görüyor. Olacak şey değil!
Evet, Taksim Gezi Parkı olayları bitince herhalde soruşturma vs açılır, gerçekler ortaya çıkar. Ama bana tuhaf gelen bazı şeyler olmadı değil. Türkiye tarihinde bankalara en büyük hukukî baskının yapıldığı bir dönemde birden bire patlak veren gösteriler… Doğayı korumak isteyenler, sonra laiklik endişesi, birden DHKP-C gibi insan öldürmüş devrimci sol terör örgütleri ve nihayet Abdullah Öcalan posterleri ile Atatürk posterleri taşıyanların yanyana anti-AKP bir cephe oluşturması… Bu “anti-kapitalist” harekete destek olan  bankacılar ve holding patronları… Bütün bunlar çok tuhaf.
Ekonomik kriz vurdu, aç kalan, evsiz kalan Yunanlılar, Portekizliler, İspanyollar boş tencerelerle grev yaptılar. Türkiye’de ise karnı en güzel doyan, en zengin kesim boş tencerelerle yürüdü. 2008’den beri bankalar tarafından soyup soğana çevirilen Yunanlılar, Portekizliler, İspanyollar sokaklarda yattılar. Beyaz Türkler ve çakma solcular ise Divan Oteli’ne gittiler, Türkiye’nin en lüks otellerinden birine. Gerçekten tuhaf.

Hiç yorum yok: